Ekim geldi yine…
Yaprakların sararıp birer birer toprağa düşüşünü izlerken, içimde tanıdık bir sızı uyanıyor.
Rüzgâr tenimi değil, ruhumu üşütüyor sanki.
Soğuk havayı değil, geçmiş yılların yorgunluğunu soluyorum artık.
Kırmızı kazağım üstümde, ellerim cebimde,
Ama nafile… En çok yüreğim üşüyor bu mevsimde.
Köşebaşındaki pastaneden yayılan sıcak salep kokusu sarıyor etrafı.
O mis gibi tarçın kokusu, çocukluğumun soba başında geçen akşamlarını getiriyor gözümün önüne.
Nenem fincanı tutarken ellerimi ısıtırdı; şimdi o eller yok, ama hatırası hâlâ sıcacık…
Bir yudumluk huzurun peşinde, rüzgârın içinden kendime yürür gibiyim.
Sokak lambalarının sarı ışığı düşüyor kaldırıma.
Yağmurdan nemli taşlar hafifçe parlıyor,
Ve ayak seslerim yankılanıyor dar sokaklarda.
Her adım, geçmişten bir yankı gibi…
Her gölge, bir hatırayı anımsatıyor:
Bir gülüş, bir vedanın izi, bir suskunluğun sesi…
Yıllar nasıl da geçmiş diyorum kendi kendime.
Bir zamanlar umutla baktığım pencereler şimdi sessiz,
Bir zamanlar “benim” dediğim kalpler, çoktan uzak.
İnsan yaş aldıkça, yorgunluk sadece bedene değil, kalbe de çörekleniyor.
Ve öyle anlar oluyor ki, içimizdeki sıcaklık bile bizi ısıtamıyor.
Tam o sırada, uzaklardan bir Neşet Ertaş türküsü duyuluyor…
“Gönül Dağı” çalıyor hafif rüzgârın içinden.
Sazın sesi, sanki kalbimin kırık tellerine dokunuyor.
Her notasında biraz özlem, biraz teselli var.
Kendime geliyorum o an…
Neşet Usta’nın sesiyle bir yanım onarılıyor,
diğer yanım geçmişin yorgunluğuyla yeniden sızlıyor.
Hayat böyle işte…
Bir yanımız hep üşüyor, diğer yanımız alışıyor.
Bir fincan salep, bir dostun sesi, bir türkünün nağmesi
belki o an için içimizi ısıtıyor,
ama derinlerdeki yalnızlığı tamamen silemiyor.
Yine de, insan her sonbaharda biraz daha öğreniyor:
Susmayı, kabullenmeyi, yeniden başlamayı…
Ve ben, bu Ekim akşamında,
ellerim cebimde, kırmızı kazağımın sıcaklığına sığınmış halde,
yine gökyüzüne bakıyorum.
Bulutların arasından sızan solgun ay ışığı
yüreğime düşüyor bir parça umut gibi.
Belki yarın hava yine soğuk olacak,
belki ben yine biraz üşüyeceğim…
Ama biliyorum ki,
her üşümenin içinde biraz direniş,
her yalnızlığın içinde biraz güç var.
Ve biz, üşüdükçe öğreniyoruz yaşamayı.
Tıpkı düşen yaprakların toprağa dönüşü gibi,
biz de kendi içimize dönüyoruz, yeniden filizlenmek için.
Her Ekim biraz hüzün,
ama her hüzün biraz da insan…
— Recebiye Çataksezer